Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İçimden Uğurluyorum Seni

  İçimden Uğurluyorum Seni İçimden uğurluyorum seni Büyük bir kabullenişle, Biraz sızıyla, ıssızlık parçası. Geçmişe dalmayla karışık. Gelmiştin ama artık gidiyorsun, Gitmelisin de.  Bir daha gözlerin değmemeli gözlerime. Nasıl sustuysan şimdi de susmalısın. Nasıl direndiysen gerçeğe,  Öyle kalmalısın, Bende. İçimden ilk kez uğurlamıyorum seni, Defalarca olağan gücümle, Siliyorum bak yine. Bu sefer bağırarak değil,  Susarak, kabul ederek, Uğurluyorum. Bir daha anmamak üzere.  Simge Damar

Dağlarda Kalan

  Dağlarda Kalan Sendin eriten karlarını dağların Işırdı bütün yamaçlar seni görünce  Zaman, aramızda bir şeydi yarattığın Bir başka ölümsüzlüktü seninle her gece  O karlı yapraklarına ışık tuttuğun  Çam ağaçları inlerdi derinden derinden Her akşam bir rüzgar olup gelirdi kokun Kır çiçeklerinden, dağ zirvelerinden  Ellerindi çekilir yapan bir ömrü Zamanı değerlendiren dudaklarındı Unutulmaz seninle söylenen her türkü O emsalsiz günlerden şimdi ne kaldı Yalnız hatıran... Kah bir beste, kah bir şiir Ve hala o dağlarda senin adın söylenir Ümit Yaşar Oğuzcan

Telgrafhane

  Telgrafhane Uyuyamayacaksın Memleketinin hali  Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o eski sen değilsin Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin, Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin, Uyuyamayacaksın Düzelmeden memleketinin hali Düzelmeden dünyanın hali Gözüne uyku girmez ki Uyuyamayacaksın Bir sis cani gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade  Çalacaksın.  Melih Cevdet Anday                            (Gülhane Alay Köşkü, Telgrafhane-i Amire Binası 1893)

#Gününşiiri

  Bilirsin,  bir kere korku düşerse adamın içine,  bir kere koparsa sevdiklerinden,  mümkünü yok gitti gider.  Söner gözlerinde güzelim ışık kararır,  çirkinleşir yüzü  önceleri utanır belki  sonra vızgelir  umurunda olmaz dünya. Arif Damar 1955

Yitirdim Yüzümü

  Yitirdim Yüzümü Bir yağmur mevsiminde yitirdim yüzümü Dilimi incelikli bir sözün eşiğinde. Yollar yapılar çarşılar boyu Yükselen bir yalnızlığı geçerek geldim. Düşen her damla kanıma düştü Tenim kupkuru Söylenen her söz biraz daha  Biraz daha büyüttü suskunluğumu... Yüzümü bir çamur mevsiminde yitirdim. 1982 Şükrü Erbaş

Yok-Oluş Destanı

  Yok-Oluş Destanı VII. Kapılar kapandı, odalandı kimlikler. İnce bir çığlık yükseldi eve giden yokuş çıkılırken Halbuki gene aynı sapaktan dönülmüştü, ekmekler aynı bakkaldan alınmıştı çünkü ihanet olurdu başka türlüsü. Aynı kapıdan girildi yok-oluşa çığlık alçalırken. En başından beri aynı insan mıydım yoksa yürekler mi söktüm cebimde birkaç bozukluk varken? Çağatay Koparal 

Sevgilerde

  Sevgilerde Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı. Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telaşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi. Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vaktiniz olmadı. Behçet Necatigil  ( Varlık ,423, 1 Ekim 1955)

Güneş Yıldız

  Güneş Yıldız Yol uzun, güzergah belli; ne demeliyim? Zarif kardeşim benim, Seni aldım yanıma, ikizimi almış yürüyor gibiyim. Sana yıldız sana güneş mi demeliyim, Günümde hayret gecemde hayret istedim Yer yer senin gibiyim ben yer yer kendim. İnsan olan yerlerim çok ağrıyor, Olsun, yine de sen kapanma, şu sıra benim Yerine bırak ben incineyim. Birhan Keskin

Penguen 2

  Penguen 2 O büyük ve muazam zamanda unuttum Kanatlarım çok oldu üşüyor benim Bu beyaz ıssızlıkta göğsüme düşüyor Bu yüzden eğik boynum. Bir kuşun anısı kalmış bende, saklı Bundan gözlerimdeki kayalık, İçimdeki serseri buzullar Dürtme içimdeki narı Üstümde beyaz gömlek var. Birhan Keskin

Nilgün Marmara

  Yine de o, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne, bir kahkaha bölüyor dokusunu            düşler marketinin, uyanıyorum küstah sözcüklerle:       Ey iki adımlık yerküre       senin bütün arka bahçelerini        gördüm ben !    Şubat,87  Nilgün Marmara

#Gününşiiri

  Günler öylece kendi kendine geçsin diye Bir camın arkasında durdum Bana dokunmasın hiçbir şey Hiçbir şey yarama merhem olmasın İyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye Bir camın arkasında durup  Akan hayata ve zamana baktım. Bilirdim, biliyordum, biliyorum, Bittiğinde, geçtiğinde, Azaldığında sızı, iyileştiğimde, O saman tadıyla karıştığında; Her şey daha acı olacak. Birhan Keskin

Çıplak Kayalık Uçurumda Durmuşum

  Çıplak Kayalık Uçurumda Durmuşum ( Auf nackter Felsenklippe steh ich , 1859 ) Çıplak kayalık uçurumda durmuşum, Gecenin örtüsü sarmış gövdemi, Bu çırılçıplak zirveden Aşağıya, çiçekli kırlara bakıyorum. Bir kartal süzülüyor havada, görüyorum, Genç bir ataklıkla Uzanıyor altın ışınlara, Yükseliyor sonsuz pırıltıya. Friedrich Nietzsche

Bir misafirliğe gitsem

  Bir misafirliğe gitsem Bana temiz bir yatak yapsalar Her şeyi, adımı bile unutup, uyusam Kalktığımda yatağım hala lavanta koksa Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar Nerede olduğumu hatırlamasam Hatta adımı bile unutsam.. Melih Cevdet Anday

Atatürk'ü Düşünürken

Ne şairane mevsimdi eskiden sonbahar Bahçeleri talan eden bir deli rüzgardı Kırılan dal düşen yaprak şaşkın uçan kuşlar Eskiden sonbaharın bir güzelliği vardı Gel gör ki Atatürk'ün ölümünden bu yana Sonbahar dahi bir tuhaf bir başka geliyor Vatan gerçeklerini hatırlatıp insana Türk yüreklerimizi burka burka geliyor (Türk Dili, Aralık, 1951)  Cahit Sıtkı Tarancı

Fikirler ölmez.

 Sonsuz sevgi ve saygıyla...

Çocukları Öldürdüler

Çocukları Öldürdüler  "Çocuk insanın babasıdır" W.Wordsworth Bir gülün tenine değmedi hiç elleri Bu yüzden yumuşaklık nedir bilmezler Çiçeksiz büyüttüler çocukları Oyunlarda durmadan yenmeyi öğrettiler Bir büyük oyunda sonra yenildi çokları Sevgisiz büyüttüler çocukları Dal sürmedi hiçbiri kaldılar yoz kıraçta Çiğ yalan bencillik biraz da kindi suları Gölgesiz büyüttüler çocukları Konmadı hiçbirinin sesine yumuşacık Bir yüreğin dalından uçan sevi kuşları Türküsüz büyüttüler çocukları El vermek nedir dosta dostluk nedir ki Hep bir oyuna gelmekti korkuları Güvensiz büyüttüler çocukları. 1980 - Şükrü Erbaş

RUHUMUN DALGALARI

  RUHUMUN DALGALARI Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız. Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak. Kalbim bir kayadır ki, neredeyse yıkılacak, Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız. Dümdüz olsam diyorum, ve kumlu bir sahili Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız. Bilmediğim yeni bir masala başlasanız,  Çekilse kulağımdan hatıraların dili. Ey eski günler artık bana yaklaşmayınız,  Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına. Bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına, Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız. Varlık,(43), 15 Nisan 1935 Sabahattin Ali

SIĞ SULARDA

SIĞ SULARDA Siz hiç duyarsız insanlara Şiirler sundunuz mu? Bir kıraçta kuru dala 'Belki' sularını salıp Yeşerir de al yemişler Verir diye umdunuz mu? Ardı sırsız aynalara Yalnızlığı silmek için Bakıp bakıp karşınızda Karanlığı buldunuz mu? Aykırı isteklerde Seslerin, sessizliği Silip süpürdüğü Odalarda oldunuz mu? Siz hiç sığ sularda Boğuldunuz mu? Şükrü Erbaş 1979

GÜN BİTTİ

GÜN BİTTİ Gün bitti. Akşamlar oluyor dışarda. Topladı altın saçlarını güneş annemiz Göz pınarlarımızın incelen sularından Bir çocuk başı gibi düşüyor uykulara dünya Memesi alınmış birer bebeğiz şimdi hepimiz İnen karanlığın iğneli beşiğinde  Ve yıldızlar öyle uzak, öyle uzak ki... Söylenen şarkıyı duyuyor musun  Ağaçlarda ve kirpik uçlarında  Bundandır üşümesi içimizin  Kapımızı çalan keder, üstümüzdeki suskunluk... Gün ne verdiyse tükettik çoktan Eli para görmüş bir yoksul cömertliğinde  Işık, renk, koku, ses... Değişik resimler çiziyor gölgeler alınlara Düşlerle saldırıp anılarla vurarak Düştü yaralı bir asker gibi eşiklere Kanıyor kendi rengine göre herkes... Bir sarhoş çığlığı ve ezik bir ezan sesi Ağır küfürlerle bıçaklanmış incelik Çırpınan göğsü bir kızın bir adamın hantal gövdesinde  Sevinci park kanepelerinde uçuşan acemi sevgi Perde perde sızan ayrılık eriyen pencerelerden  Bir kadının direnci, gergin yüzü bir adamın  Yoksulluk ya da işkence  Akıl almaz kavrayışı küçücük çocu

ARINMA

ARINMA Bu yağmur bu sokağı kim bilir kaç kez  Ansızın bastıran konuklar gibi böyle  Kuşanıp bulutların yumuşak giysilerini  Islattı iplikince, çekingen ve gülümser... Ak baldırları balkonlarda birer buğulu ırmak  Kadınlar topladı telaşla çamaşırlarını Bir çocuk fırladı odalardan yalınayak Yüzü rüzgarın ucunda bir sevinç salkımı  Uzattı camlardan saçlarını bir genç kız Gülerek bulutlar içinden  Sıyrılan güneşler gibi iyimser ve güzel... Uzun uzun baktı gökyüzünün derinine Toprağın anıların bir ömrün üzerinden  Gittikçe ağaran yüzüyle bir ihtiyar. Ağaçlar ayine durdular açıp avuçlarını  İncecik iç geçirdi otlar sevinçten Sığındı pencere pervazına kuşlar  Evler genişledi ferahladı tazelendi... Bu yağmur bu sokağı kim bilir kaç kez Besleyip damla damla gökyüzünün ışığıyla  Yıkadı, çoğalttı, arıttı kirinden... 1986 Şükrü ERBAŞ  

BİR GÜÇ SİMGESİNİN YETERSİZ TANIMLANMASI

  BİR GÜÇ SİMGESİNİN YETERSİZ TANIMLANMASI Çın çın ötüyor sesi  Değişmeyen tonuyla  -Zaman bozuk bir plak gibi Aynı mevsime takıldı- Yüksekten ve rahat konuşuyor Gücünün güvenciyle Yanlış yapmak kaygısı yok -Her dediği doğrudur O yerdeki insanın!- Bir korkudan söz ediyor durmadan  Görünmeyen bitmeyen  Bir bilinmez tehlikeden  Ne idüğü belirsiz Sayrı bir ruhun sayıklamasını andıran Ucuz ve çoğul bir onayla -esrik- Sorular soruyor kendini doğrulayan Yine kendi yanıtladığı. Sesler çığlıklar içinde  Bir ucu zehir yeşili Yarısı korku sarısı Oynayıp duruyor dudakları Elleri kolları ve bedenleriyle  Bir gölge oyununu anımsatıyor. -Mekan ölü bir fotoğraf gibi Aynı kirli görüntüde dondu- Şaşarak bakıyorum, öfkeyle  İsyanla, acıyarak... İnansa -diyorum- kendine Olsa biraz saygısı, korkmasa 'Haklıyım' der mi bunca sık Dil sürçmeleriyle ve ısrarla  Bağırarak ortalarda... 1984  Şükrü ERBAŞ  

AYKIRI YAŞAMAK

 AYKIRI YAŞAMAK Geriye dönerek yanıtlıyoruz birbirimizi  Bir destek aranır bir güç alırcasına  Dönerek ikide bir anıların ülkesine... Alnımızı gererek konuşuyoruz, kaşlarımızı  Bir ince eğimle siper edip bakışlarımıza Çok iyi bildiğimiz bir duyguyu  - O biraz yenilgiye biraz ezikliğe benzer Ortak yaşadığımız sızım sızım- Saklamaya çalışıyoruz birbirimizden . Uzun uzun susuyoruz sözün kıyılarında Hangi kapıyı aralasak bir uzaklık esiyor Hiçbir düşünceyi sonuna dek götüremiyoruz. -Böyle belirlenmiş sınırlar içinde  Bir iç denetimle, bir dış denetimle Konuşmak da eski adını yitirdi- Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine  Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan  Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara -Ah o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu- Şükrü ERBAŞ

Şükür cehalet bitti!

   Şükür cehalet bitti!   Kimse okumuyor, herkes yazıyor.  Kimse öğrenmiyor, herkes biliyor.   Kimse susmuyor, herkes konuşuyor.   Kimse çekilmiyor, herkes ortada.  Kimse kederlenmiyor, herkes şenlik.  Tevazu bitti. İncelik bitti. Hatıra bitti. Gönül bitti. Şarkı bitti.  Şükrü Erbaş

Sorusuz Cevaplar

  Halil Cibran, "Ruhunuz durgun bir su mudur ki, bir çomak sokarak bozabilesiniz dinginliğini? " sorusuna cevap niteliğinde "Bedeniniz bile bilir mirasını ve meşru ihtiyaçlarını; asla aldatamazsınız onu." der.  Peki biz bilir miyiz sahiden ruhumuzun mirasını ve en önemlisi ihtiyaçlarını? Ruhumuzu tanıyor muyuz? Bir ritimde, bir tabloda, bir yazıda hatta bir anda ruhumuzu bulabiliyor muyuz? Yıllarca bir anda kalabilir ruhunuz, sesiniz bir şarkıda, bakışınız bir insanda. O anı fark ettiğinizde hala sürdürebilir misiniz orada kalmayı? Bazen vedaların veda olduğunu bilmeyiz, bu da öyle bir şey. Gitmişizdir, yolumuzdayızdır fakat fark etmeyiz. Şimdi, anın kendisi. Yollar, bir ağacın dalları gibi hem birbirine bağlı hem ayrı.  Simge Damar

Ruh İzi

Benim sevgim deniz kıyısıydı. Serinletirken, nefes aldırırken bir anda ürpertirdi. Ruhumun izleri... Dağların suya düşmüş gölgesi söyler. Gün batımındaki turuncu söyler. İzler susmaz ve devam eder. Yağan yağmur, bir gözyaşı gibi toprak, içinde biri varmış gibi söyler. O benim, o sensin, o sıradaki ruhunun izlerini susturamayan biri. Huzuru bulmuş mudur? Simge Damar

Ân

Bir ân da ne kadar kalınabilirse Bir durakta ne kadar beklenebilirse Gökyüzüne ne kadar bakılabilirse Yağmurun altında ne kadar durulursa Bir çiçek ne kadar çok koklanabilirse Dizlerinin üzerine ne kadar düşülebilirse Ama bi o kadar da ayağa kalkılabilirse O kadar. Ânsızlık, tarif edilemeyecek kadar umutsuzluktur. Ân, o kadar büyüler ki insanı hiç kıpırdamak istemezsin birden kaybolabilir diye. Göz kırpmadan her ânı yaşamak istediğin zamanları kolay silemezsin. Belki o ânları yedeklersin ama hiçbiri kaybolmaz hep oradadır. 

Türk Edebiyatının İlk Kadın Romancısı

 Çoğumuz onu babası Ahmed Cevdet Paşa'dan, öğretmeni Ahmet Mithat Efendi'den bilmekteyiz. Ruhu ve kıyaslanamaz kişiliğiyle tanıyanımız pek azdır. Kendisi Türk edebiyatının ilk kadın karakteri olan Refet'i bizlere kazandırmış. Yazdığı karakterle çocuklara rol model kurgulamış ve onu romana ilmek ilmek dokumuştur. İlk kadın romancımız Fatma Aliye (Topuz), 1889'da "Bir Kadın" imzasıyla George Ohnet'den çevirdiği "Meram" romanıyla edebiyat dünyasına adımını atar. İkinci yapıtını da 1891'de yayımlanan Hayal ve Hakikat'i Ahmet Mithat'la yazar. Ardından sırasıyla Muhadarat, Refet, Levayih-i Hayat, Udi ve Enin romanları kendi adıyla yayımlanır. Fatma Aliye, içinde bulunduğu dönemin sosyal hayatı ve yenilikleri kadar savaş ve felaketleriyle de ilgilenmiştir. Tercüman-ı Hakikat’te yazdığı makalelerle Türk-Yunan Savaşı’nda yaralananlara çok miktarda yardım malzemesi sağlamakla kalmamış, ilk kadın derneği olan Cemiyet-i İmdadiye (1908) adlı yardı

Cinsiyet eşitliği değil, hakların eşitliği!

Virginia Woolf, feminist bir yazar olarak anılsa da kendisi için bu sıfatı hiçbir zaman kullanmadı. Woolf, cinsiyetlerin "eşitliği" değil "haklarının" eşitliğini savunmuştur. Elbette bir erkek ve kadın fiziksel anlamda eşit değildir. Fakat haklarımız ve özgürlüklerimiz eşit olmalıdır.  "Kadınlar milyonlarca yıl boyunca evlerin içinde oturdu, şimdi ise bu duvarlar onların yaratıcı güçleri tarafından delinmiştir." Diyor yazar. Mekandan değil ruhtan ve fikirlerden bahsediyor. Kadınlara giydirilen kalıpları, toplumun dayattığı kuralları, duvarları kaldırmaktan ve fikir olarak özgür olmaktan bahsediyor.  Haklarımızı korumak istememiz ve fikir özgürlüğüne olan hasretimizi dillendirmemiz 2020 yılında o kadar gülünç ki. Geliştiğimizi düşünenleriniz olabilir ama bu konuda yüzyıllardır toplumca aşamadığımız bir durum var. Yüzyıllar boyunca gibi bir ifade kullanmamın sebebi, Türkçe'nin ilk kadın romancısı Fatma Aliye'nin "Refet&q

Tohum

  Senin ruhun yeşilse ruhunun dokunduğu yerler de yeşerir. Bugün tohumların filizlendiği toprağın cesaretlendiği gündür. Bugün Ergenekon' dan çıktığımız gün biz Türklerin Nevruz Bayramı. Türkler topraktan bir tohumun filizlenmesi gibi çıktılar. Kökleri oluşmayan tohum yeşermez ya hani, Türklerin de kökleri öyle derinlerde öyle sağlam... Cesaretlerini, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi damarlarındaki asil kandan alıyorlar. Bu ruhu taşıyan her Türk vatandaşının yapamayacağı iş, kaldıramayacağı yük yoktur. Çanakkale'de kimsenin kaldıramayacağı ağırlıktaki mermiyi Seyit Onbaşı' nın kaldırması gibi. O yüzden Türk' ün kitabında "yapamayacağım", "zor" ," ağır" gibi kelimeler yok. Türkler o kadar köklü ki kendisinden yüzbinlerce yıl sonraki nesillere Orhun Yazıtları ile seslenebiliyorlar. Hepimiz biliyoruz ki bizi tutan, bağlayan her ne varsa ondan vazgeçtiğimiz ân bizi kimse tutamayacak ...   Velhasıl kelam bu gün cesaretimiz

Leyla ve Mecnun

                                                                                            Merhabalar,  Öncelikle sizlere Leyla ve Mecnun mesnevisiyle ilgili bilgi verip sonrasında izlediğim tiyatronun yorumlarımı paylaşacağım. Leyla ve Mecnun hikayesi en çok işlenen aşk mesnevilerindendir. Bu konuyu en güzel işleyen ve yorumlayan ise Fuzuli' dir. 1535 yılında Fuzuli tarafından işlenen bu hikaye Arap edebiyatından alınmıştır. Arap emirinin tek oğlu olan Kays okula gidiyorken, okulda bir güzel görür, bu güzel Leyla' dır. Leyla'ya aşık olur aynı şekilde Leyla' da Kays'a aşık olmuştur. Kısa bir süre sonra dillere düşen bu aşk Leyla'nın annesinin kulağına gider. Annesi şiddetle karşı çıkar ve kızını okuldan alır. Kays buna çok üzülür aşkından çöllere düşer. Halk arasında adı deliye çıkar. Babası oğlunun bu haline dayanamaz, kızın evine haber yollar ve isterler lakin Leyla'nın babası ben kızımı bir deliye vermem diyerek reddeder. Yeryüzünde kavuşamayacaklarını

Öğretmen

Biraz nostalji..     Bugün çok ilgimi çeken bir filmden bahsetmek istiyorum. Kemal Sunal' ın başrolünde oynadığı 1988 yapım olan ''Öğretmen'' filmi. Bu filmde sosyal mesajlar toplumsal roller mevcut. Hikaye, Hüsnü öğretmenin köyden büyük şehir olan İstanbul'a tayininin çıkmasıyla başlıyor. Başta İstanbul'da yaşamanın zor olacağını ama sonuna kadar mücadele edeceğini bilen Hüsnü Öğretmen pes etmeyi hiç düşünmüyor ve tüm olumsuzluklara rağmen rollerini karıştırmıyor; evde baba, okulda öğretmen. Köyde yaşadığı hayatın rahatlığını sık sık dile getiriyor, dalından koparıp yiyemediği domatesi mahallede tezgahtan satın almanın zorluğu ve gerek ev kiralarının iki katı olmasının getirdiği bütçe sıkıntısına vurgu yapılmıştır. O dönemde öğretmenlerin ek işlerinin olduğunu herkesin geçim sıkıntısı yaşadığını görmekteyiz. Bütün bunlar bir yana öğretmenlik yaparken çocukları iyi gözlemleyip sıkıntılarına yardımcı olmaya çalışıyor bu sayede minik kalpleri fethediyor. Gö